- Beşinci Kural:
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını.
"Aman sakın kendini" diye tembihler.
Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.
Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

- Altıncı Kural:
Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır.
Sen sen ol, kelimelere fazla takılma.
Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşk dilsiz olur.

- Yedinci Kural:
Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat' i keşfedemezsin.
Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

- Sekizinci Kural:
Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma.
Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar.
Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.
Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.
Dileğin gerçekleşmediğinde de şükret.

- Dokuzuncu Kural:
Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir?
Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.
Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

- Onuncu Kural:
Ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!
Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

-Dördüncü Kural:

Kainattaki her zerrede Allah' ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescidde, kilisede, havrada değil, her yerdedir.
Allah' ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O' nu görüp ölen de yoktur. Kim O' nu bulursa sonsuza dek O' nda kalır.

- Üçüncü Kural:


Kuran dört seviyede okunabilir.
İlk seviye zahiri manadır.
Sonraki batıni mana.
Üçüncü batıninin batınisidir.
Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

- İkinci Kural:

Hak Yol' unda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil.
Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil.
Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

FUAR NOTLARI

 Bugün bir yıldır iple çektiğimiz fuarı uğurladık . Kağıt kokusunun insan kokusuna karıştığı TÜYAP günleri sona erdi. Battaniyemin sıcaklığında birkaç kelam karalamaya çalışırken bile aynı koku burnumda , fuar merkezinin uğultusu kulağımda inanın.
Yorucu bir kitap fuarı gezmesinin  ertesi günü , kitap taşımaktan yorulmuş kolların ağrısıyla karşılıyor sizi . Yani kitap okumak yalnızca zihne değil  bedene de faydalı , bütün hamlığınızı bir günde alıp götürüyor . Kitap kokusundan öyle sarhoş oluyorsunuz ki ne başka bir koku duymak istiyorsunuz ne de başka bir meşguliyet.
Fuara gitmek kolay olmadı
 Biliyorsunuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi her yıl fuar merkezine giden ücretsiz araçlar tahsis ediyordu . Bu yıl durum değişmiş  , yine merkezi noktalardan araçlar fuar merkezine gidiyor ancak ücretli . Durumdan haberdar olmayan birkaç yolcu ile otobüs şoförleri arasında yaşanan münakaşa ile güne başladık . Bilirsiniz aydın kesim her zaman otoriteye tepkilidir , yolculardan bir amcamız servisin ücretli olmasını hazmedemedi  ve bunu şikayet edilebileceği en son kişi olan araç şoförüyle  tüm otobüsü geren bir atışmaya girişmeyi  kendine görev edindi.Tartışmaya dışarıda bekleyen diğer personelde katılınca  kalkış saatinden daha geç hareket etmek zorunda kaldık ve hep birlikte bu gerginliğin bir parçası olduk . Yine birkaç yolcunun araya girmesiyle nihayet yola çıkabildik.
Metrobüs candır canandır , ama devam eden metrobüs çalışması çiledir…Çalışma yüzünden daralan yolda , klasik trafik stresimizi de yaşamış olduk . Hafta içi alışık olduğumuz trafik çilesine hafta sonu da katlanmak zorunda kaldık vesselam. TUYAP ın konumu beni her zaman düşündürmüştür zaten . Böylesine önemli etkinliklerin yapıldığı bir fuar merkezinin bu kadar ulaşılmaz sahalara inşa edilmesi manidar değil mi ? Avcılar ’dan fuar merkezine gitmeniz , yani sadece 10 km. lik mesafeyi kat etmeniz  yarım saatten fazla sürüyor . İşte tüm bu olumsuzluklarla  TÜYAP ‘ a ulaşmayı başardık .
Çocuklar her yeri güzelleştirir
Fuar merkezinin girişinde organizasyon başarılıydı . Çok kalabalık olmasına rağmen girişte uzun kuyruklar oluşmadı .
Kahvaltısız evden çıkınca ilk uğradığım yer kafeterya oldu . Çayım ve sandviçimle bir grup ilkokul öğrencisinin masasına konuk oldum . Öğretmenleriyle geldikleri fuarda serbest zaman kullanıyorlardı ve  nezaketle kendilerine eşlik etmemi kabul ettiler . Sohbet konuları kısıtlı bütçe,  alınan kitaplar , annelerin çantalara koydukları beslenmelerdi . İçlerinden birinin aldığı kitabın adı : Baba Bana Kedi Al . Yüzlerinde ki gülümseme , bakışları , konuşmaları nerdeyse beni bile dünyanın hala büyülü bir yer olduğuna inandıracaktı . Onlarla vedalaşmak gerçekten zor oldu .
Umut : düş mü ? gerçek mi ?
Bu yıl düzenlenen fuar için belirlenen tema ,  “umut : düş mü ? gerçek mi ?”  oldu . Kitap günleri boyunca birçok konuk yazar bu tema üzerinden söyleşiler düzenledi . Bizim de Mehmet Altan ‘ ın konuyla ilgili söyleşisine katılma imkanımız oldu .
Mehmet Altan’ın akademisyen kimliğinin damgasını vurduğu söyleşide , insanlığa ilham olan tüm düşlerin gerçek olabileceği , ülkedeki beklentiler ve düşlerin ne kadarının gerçek olabildiği , ülke ve dünya gündemine değinildi . Evet  “vicdani ret “ bile konuşuldu.
Ancak benim aklımda yer tutan Altan Hoca ‘nın sorusu oldu : Bugün diğer hayata intikal etseniz  ve yanınızda yalnızca tek bir anıyı götürme imkanınız olsa hangi hatıranızı götürmek isterdiniz ? Bununla ilgili uzun münazaralar yaptım kafamda ama konuyu dağıtmamak için burada bahsetmiyorum.
İğne attık yere düşmedi
Fuar oldukça kalabalıktı. Geçen yıllarla kıyaslandığında ilginin arttığını söylemek mümkün . Yürümekte zorlandığımız anlar oldu . Ama olsun da böyle bir etkinlikte kalabalık olsun diyerek çarpanlara sinirlenmedim bile .
Bu yılın dikkat çekici unsurlarından biri de yayınevlerinin standlarıydı . Kitabın çok güzel bir aksesuar olduğunu bir kez daha gördük. En çok Doğan Kitap ve A.P.R.I.L  yayınlarının standlarını beğendim.
İlk Ahmet Ümit kitabımı aldım
Fuarda katıldığımız ikinci söyleşinin konuşmacısı  Ahmet Ümit ‘ ti. “Bir Roman Kahramanı Olarak Sultan Mehmet konulu söyleşi de Ahmet Ümit yeni kitabının kahramanı Fatih Sultan Mehmet ‘ den ve döneminden söz etti . Yazarın ciddi bir okuyucu kitlesi olduğunu anlamak için salona bakmak yeterliydi , tıka basa doluydu .
Ayrıca yazarın renkli bir şahsiyet olduğunu kabul etmeliyim. O kadar heyecanlı bir konuşma yaptı ki nasıl yazdığını merak ettim ve ilk Ahmet Ümit kitabım Bab-ı Esrar ‘ ı satın aldım . Yaklaşık bir saat bekledikten sonra imzalatmayı da başardım .
Gelecek yıl için sabırsızlanıyorum
Fuarla ilgili gerçekleşmeyen tek beklentim kitap fiyatlarıydı . Fuar fiyatlarının internet fiyatlarının altında olmasını garip buldum . Bu eleştiriyi birkaç görevliyle paylaşmak istedim ama “internette her şey daha ucuz “ gibi cevaplar alınca fikrimi kendime saklamaya karar verdim. Gerçi hiç bir şey almayacağım diye gittiğim fuardan yine elim kolum dolu çıktım .  En çok kuzenlerimin hediye aldığı Mesnevi ‘ ye sevindim .
Bazı şeyleri daha biterken özlersiniz .  İşte öyle bir kitap fuarını bugün uğurladık . Bir de biliyorsunuz bu yıl 80 kitap okuma hedefimiz var . Hedefi tutturduktan sonra gideceğim 2012 fuarı için şimdiden sabırsızlanıyorum .

Şems-i Tebrizi'nin 40 Kuralı ( Aşk ' tan alıntıdır )



Elif Şafak "AŞK" kitabında kafasında yarattığı Şems-i Tebrizi karakterine atfen bazı kurallar oluşturmuştu . Okurken çok keyif aldığımız bu kurallardan her gün bir tane paylaşmak istiyorum . Arkası yarın gibi oldu ama :)

- Birinci Kural:
Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.
Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

Corinne Maier - Merhaba Tembellik


- Yaptığımız iş esas olarak hiçbir şeye yaramaz ve her an sokaktan geçen ilk salak yerinizi alabilir'

- İşinizle 'aktif olarak meşgul olmama' tutumunu benimsemeniz, bunu belli etmemeniz şartıyla, başınıza herhangi bir dert açmayacaktır. Nasılsa, çevreniz gayretsizliğinizi asla fark etmeyecek yeteneksizlerle dolu.


Yaşamınızı bir şirkette ay sonunu bekleyen modern zaman kölelerinden biri olarak mı geçiriyorsunuz?

Kışın dondurucu soğuğunda yazın çöl sıcağında kimler için çalışıyorsunuz*

En güzel yıllarınızı havasız, iç karartıcı ofislerde tükettikten sonra sizden geriye ne kalacak?

Fransız yazar, araştırmacı, psikanalist Corinne Maier bu soruları kendine sorduktan sonra yaşamını kökten değiştirmeye karar vermiş. Bu aşamada kaleme aldığı Merhaba Tembellik, yalnızca Fransa'da değil, Avrupa'nın neredeyse tüm ülkelerinde, hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde milyonlarca okura ulaşan bir tembellik manifestosu.

(Arka Kapak)

Değişik bir eser okuma hevesiyle almıştım MERHABA TEMBELLİK adlı deneme yazılarından oluşan bu kitabı elime.Tembelliğe övgüler yazmış olacağını sanmıştım ama malesef yanılmışım , meğer 'İşyerinde Olabildiğince Az Çalışmanın Yolları ve Gerekliliği' üzerineymiş kitap .(hiç bana göre değil)

Yazarın yazdıklarının tümünü "ikiyüzlülük" olarak algıladım.İş yerinde çalışayım,para kazanayım,fakat çok az iş yapmanın da yollarını öğreneyim.
Hem garip hem ikiyüzlü...Kitapta çok az doğru var bana kalırsa. Varsa yoksa iş yerlerinde nasıl daha az çalışırız.Okumaya değecek tek bir satır bile yok , ben mecburen okudum zira başladığım işi yarım bırakmam...

22.11.63 - Stephen King



Radikal Kitap
Zeynep Heyzen Ateş

Bu aralar roman başlığı olarak rakamları tercih etmek oldukça popüler. Murakami’nin ‘1Q84’ yapıtının ardından şimdi de Stephen King’in uzun zamandır beklenen ‘22.11.63’ü yayımlandı. Nedir bu rakamlar diye soracak olursanız –ki bir Türk olarak bunu sormanız doğal ama en cahil Amerikalıların bile ne olduğunu anlayacağı rakamlar bunlar- hemen söyleyelim: Bu bir tarih. 22 Kasım 1963 -Başkan John F. Kennedy’nin suikasta uğradığı gün. Evet, Stephen King’in elli dördüncü yapıtı yazarın daha önce el atmadığı bir meseleyi, kendisinin de oldukça riskli olduğunu dile getirdiği zaman yolculuğu meselesini işleyen tarihsel bir kurgu.

‘22.11.63’, Maineli bir öğretmen olan Jake Epping’in Al’ın Yeri adlı restoranın sahibi tarafından çağrılmasıyla başlıyor. Meğer kanserden ölmekte olan restoran sahibi, kilerinde 1958’e açılan bir geçit bulmuş. Zaman yolcuları geçitten geçip aylarca bazen yıllarca geçmişte kalabiliyorlar ama geri döndüklerinde gerçek dünyada her zaman iki dakika geçmiş oluyor. Al’ın en büyük hayaliyse Amerikan tarihinin en korkunç olayı olarak gördüğü JFK suikastını durdurmak ama yakalandığı kanser hastalığı görevini tamamlamasına engellemiş. Böylece ölmekte olan adam görevi Jake’in omuzlarına yüklüyor. The Guardian’dan Mark Lawson’ın eleştirisinden anladığım kadarıyla King’in yapıtı zaman yolculuğu gibi sorunlu bir konuyu –ah o kelebekler yok mu…- içermesine karşın oldukça başarılı. Şöyle yazıyor Lawson, “Şimdilik birkaç edebiyat züppesinin ulumalarını saymazsak, King’e yöneltilen yegâne eleştiri kitabın kalınlığı. İnsan ister istemez 1958’den değil 1962’den başlasak olmaz mıydı diye soruyor. Ama yazarın neden böyle bir seçim yaptığı bir süre sonra açıklık kazanıyor. Roman boyunca kendini belli eden ahlaki soruysa nehrin akışını değiştirmeye hakkımızın olup olmadığı.

Mine Söğüt - Deli Kadın Hikayeleri

'Beni öldürmek isteyen muhteşem hayat'



Resim: BAHADIR BARUTER


BURCU AKTAŞ

Radikal Kitap / 11/11/2011

Mine Söğüt 'Deli Kadın Hikâyeleri'nde geceleri ağır bir taşın altında uyuyan, gündüzleri hafif bir yaprağın ucunda yaşayan kadınların hikâyelerini anlatıyor. Öyküler kadınların "bacaklarının arasındaki lanet"in üzerinde uçuyor

Uygarlığın üstümüze üstümüze gelişini anlatır Turgut Uyar ‘Büyük Ev Ablukada’da. İnsanın özgürlüğünü uygarlığa feda edişini abluka imgesiyle kusursuzca sunar. Bu sıkışmışlık ve abluka hissini Mine Söğüt’ün yirmi bir öyküyü bir araya getiren ‘Deli Kadın Hikâyeleri’nde de bulmak mümkün. Söğüt, deliliğin ablukası altında olan kadınların hikâyelerini anlatıyor. Yazarın bahsettiği deliliğin klinik bir vaka olmadığının altını çizeyim. Mine Söğüt’ün kadınları, toplumsal sıkıntıların ve kadın olmanın yol açtığı ‘deli’lik hallerini yaşıyorlar. Kısacası yazarın öyküleri, kadınların “bacaklarının arasındaki lanet”in üzerinde uçuyor. Öykülerdeki en dikkat çekici yan, toplumsal olanın yol açtığının etkileyici kişisel hikâyelere dönüşüvermesi. Bu öykülerin iki tarafı var anlayacağınız. Onları eleştirel dozu kuvvetli metinler olarak da okuyabiliriz, has edebiyat lezzeti veren içinde şiir inceliklerinin uçuştuğu, kadınların hikâyeleri olarak da okuyabiliriz. Öykülerin sıkı bir varoluş sorgusu içerdiğinin de altını çizmeli.
Peki, Mine Söğüt’ün hikâyelerini anlattığı bu deli kadınlar kim? Kendisini öldüren bir anne... Kızının hayatını cehenneme çeviren bir anne... Kendi hayatı ceheneme dönen bir anne... Babasının dövdüğü kız... Hayat kurtaran bir anne... Üzüntüsü gündüz gözüyle görünmesin diye geceyi seven kadın... Adı önce Hatice ama sonra Defol Git Orospu olan kadın... Annesini öldüren kız... Mine Söğüt, öykülerinin her birinin başına kendi deyimiyle “lirik metinler” yerleştirmiş. Bana göre her biri bir şiir. İçlerinden biri ‘Deli Kadın Hikâyeleri’ndeki tüm karakterlerin halini özetliyor: “Geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum./Gündüzleri hafif, çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım./ Gece beni taş ezer./Gündüz rüzgâr devirir./Kanadıkça kanarım./ Hayallerimi o yüzden kanla yazarım.”

Bileğin ucundaki kanca
Yazarın öykülerinin bir ortak yönü de keskin sonlarla bitmeleri ve okurda öyküyü yeniden okuma isteği uyandıracak etkileyiciliğe sahip olmaları. Söğüt’ün romanlarından alışık olduğumuz imge gücü öykülerinde de kendini gösteriyor. “Maharetli Pembe El” öyküsünde yazar kancayı bir imge olarak kullanıyor. Kadının herkesten çok ve öncelikle kendine batan tarafını şahane özetliyor: “Bu kanca bir erkeğin bileğinin ucunda sallandığında ona güç katabilir ama eğer bir kadının bileğindeyse... herkesi tiksindirir.” Mine Söğüt edebiyatının meftun olduğu kuş metaforu ‘Deli Kadın Hikâyeleri’nde yerini kediye bırakmış. Yazar, kuşun her şeyi yukarıdan görebilen özelliğini öne çıkarıp bilgeliği temsil eden yanını kullanıyordu romanlarında. Kedi ise dış dünyayla bir bağlantı olarak kullanılmış. “Deli”nin dışarıyla temasını kediler üzerinden gerçekleştirmiş. Birkaç öyküsünde “su”ya da yer veren Söğüt, “su”yu da belli ki delilik ile bir araya getiriyor ve öykülerine ustalıkla yediriyor. “Vakvak Ağacı” adlı öykü ise meyvesi insan şeklinde olan efsane bir ağaç ile açılıyor. Öykü ilerledikçe Vakvak Ağacı’nın kerametini öğreniyoruz. Ve başta da söylediğim modern hayat sıkıntısını ve varoluşu şöyle özetleyiveriyor: “Bu şehir öyle bir şehir ki, küçük bir kız üzülür, üzüldüğü anlaşılmaz. Kuşlar cehennem çığlıklarıyla ötüşür, duyan olmaz. Bir ağaç acıkır, kimse... hiç kimse umursamaz.”
‘Deli Kadın Hikâyeleri’ yetkinliği dışında, okura bir armağan da veriyor. Bahadır Baruter’in öykülerin ruhuyla uyumlu çizimleri süslüyor kitabı. Romanlarından alışık olduğumuz Mine Söğüt üslubu, roman kahramanlarına akraba ve okuru hayal kırıklığına uğratmayacak öykü kahramanları var bu kitapta. İncelikler ve Söğüt’ün aklının çalışma şekli de tabii: “Hiçbir ev kadını kendini mutfakta asmaz. Yemeklere yas sıçratmaz.”

‘Sinekler Sevişirken’ oyun oldu
‘Deli Kadın Hikâyeleri’nin en etkileyici öykülerinden biri olan “Sinekler Sevişirken” oyun oldu. Merve Engin’in oynadığı 30 dakikalık tek kişilik oyunu Mine Söğüt’ün bizzat kendisi yönetiyor. 10 Kasım’da Kumbaracı50’de prömiyeri yapılan “Sinekler Sevişirken”, 14 ve 15 Kasım’da saat 20.30’da Mekan artı’da sahnelenecek.

DELİ KADIN HİKÂYELERİ
Mine Söğüt
Yapı Kredi Yayınları
2011, 172 sayfa, 19 TL.

Bir gün New York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri kızılderilidir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri,yolda çalışma yapan işçilerin araçlarının çıkardığı gürültü ve araçların korna sesleri arasında ilerlerken, kızılderili olan kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar.Arkadaşları, bu gürültü arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya devam eder..

Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür,arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında birkaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı kızılderiliye "Senin insanüstü güçlerin var!" Bu sesi nasıl duydun"? diye sorar. Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler. Kaldırıma geçerler ve kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar. Bir çok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar. Kızılderili,arkadaşına dönerek;

" Gördünmü?" Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğin. "Her şeyi ona göre duyar,görür ve hissedersin

Book is a revolutionary product: Bio Optical Organiced Knowledge device... Find out about its amazing advantages!

İşte bir kitap fuarı daha geldi, Yıl boyunca özlemle beklediğimiz o an, listeler ellerimizde bugün gidiyoruz kitaplığımızı şenlendirmeye.
Alınmak için sırasını bekleyen onca kitap arasından birisini almak için sabırsızlanıyorum,benide al benide al diye seslenen kitapların çığlıklarını duyar gibiyim,aslında gönlüm hepsini almak istiyor ama....olmuyor işte :(
Nesiller boyunca okunan kitaplar artık bilgisayar ekranına taşınsada o tadı vermiyor,başka bir tutku kitap almak ve okumak

Şimdilik Şems'i Tebrizi'den güzel bir söz ile bitirmek istiyorum.

Bazen, uzaklaşmak gerekir Yakınlaşmak için...
Bazen, hatırlamak gerekir Hatırlanmak için...
Bazen, anmak gerekir anılmak için...
Bazen de, susmak gerekir Duymak için...

kitapla büyüdük biz...

Bizim zamanımızda herşeyi google a sormuyordun.Evdeki ansiklopedi,dergi,gazete,kitapta biliyordu çoğu şeyi.Sormazsanda onlara, küserlerdi.Yapraklarının sararıp tozlanmasından anlardın bunu.
Okulda verilen kitap özetlerini hiç hazır bulmadık ödev sitelerinden.Çünkü bilirdik ki, asıl olan özet değil kitaptı onu okurken aldığın zevkti.Başkasının zevk kırıntılarıydı özet.
Harçlıkları biriktirip günlerce kitaba yatırırdık hepsini,diğerleri oyuncak,parfüm,etek peşinde koşarken. Azıcık harçlık kaç kitaba yeterdi ki, arkadaş ve okul kütüphanelerinin baş müdavimlerinden olduk sonra.Okuldaki yılbaşı çekilişlerinde de replik hep aynı idi.
-Kime çıktıysam bana hediye kitap alsın.
Annelerimizle kavga ettik evde kitapları koyacak yer kalmadı diye.Yakma tehditleriyle bile karşılaştık sinir anlarında, yılmadık.Almaya, biriktirmeye, okumaya devam ettik.Babalar yetişti imdada da kitaplık sahibi olduk.
Herşeye erinirken,ertelerken kitaplığı düzenli temizlemeyi hepsinin tozunu tek tek almayı hiç ihmal etmedik kitaplarımızın.
Kötü alışkanlık diye kitap okumayı edindik biz.Bu tutku öyle tatlı, öyle dayanılmaz ki belki bundandır sigara ve içkiye hiç heves etmedik.
Hayatımızı saran ve bizi içine çeken teknolojinin nimetlerinden faydalanalım deyip internetten kitap sipariş ettik hemen.Kitaplıkta yer kalmayınca e-kitap dediler, bir ara deneyelim dedik. Sayfa hışırtısı olmadan paslandı kulaklar, ayraçlarımızın boynu bükük. Dokunmadan, hissetmeden, yeni kitap kokusu duymadan ışıklı ekranlara bakmak sarmadı bizi.Olmadı dedik, bu sefer güldürmedi :) gittik yeni kitaplık aldık.
Velhasıl kelam, hayatımızın her kesitinde yeri, rolü ayrıdır kitabın. İşlemiştir içimize bir kere bu meret ya da zaten içimizden bir parçadır. :)

İstanbul Kitap Fuarı 12 Kasım Cumartesi günü 30. kez kapılarını açmaya hazırlanıyor



12-20 Kasım 2011 tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi- Büyükçekmece’de düzenlenecek olan 30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 600 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımı, 197 etkinlik ve yüzlerce imza ile kapılarını kitapseverlere açmaya hazırlanıyor. Bugünden itibaren yayınlanacak imza günleri ve etkinlik programına www.istanbulkitapfuari.com sitesinden ulaşılabilir.


Onur yazarının Ferit Edgü olduğu ve ana temanın “Umut: düş mü, Gerçek mi?” olarak belirlendiği kitap fuarı otuzuncu yılında 20 konuk yazar, yüzlerce imza günü ve tematik etkinliklerle kapılarını açmaya hazırlanıyor. Bu sene fuarın ilk dört günü,12-15 Kasım 2011, açık kalacak Uluslararası Salon kapsamında Mısır Onur Konuğu olarak yer alacak. Mısır’dan yaklaşık 25 yayınevinin katılımıyla düzenlenecek konuk ülke etkinlikleri kapsamında Mısır’ın sinemadan edebiyata kültür tarihine uzanan etkinlikler gerçekleştirilecektir. Necip Mahfuz’un 100. doğum yılı paneli ve konuk yazarların katılacağı söyleşiler ve imza günleri Onur Konuğu etkinlikleri arasında.
Kitap Fuarını Sosyal Medya’dan Takip Edin


Kitap fuarıyla ilgili en güncel haberleri, konuk yazarları, katılımcı yayınevlerini, imza günleri ve etkinlik programıyla ilgili her türlü güncel haberi www.facebook.com/istanbulkitapfuari ve www.twitter.com/kitapfuari üzerinden takip edebilirsiniz.


Bir Hatırlatma: Kitap Fuarı Ziyaret Saatleri Değişti


30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı hafta içi günlerde öğrenci ve okulların fuarı daha rahat ziyaret edebilmeleri için kapılarını bir saat erken açacak. Kitap fuarı, hafta içi 10.00-19.00 saatleri arasında, hafta sonu ise geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi 11.00-20.00 saatlerinde ziyaret edilebilir. İstanbul Kitap Fuarı, kapanış günü olan 20 Kasım 2011 Pazar akşamı ise 19.00’da sona erecektir.

1 YILDA 80 KİTAP


Yeni bir yıla çılgın bir projeyle başlıyoruz . Yeni yıl dediğimde kimse gözünü 2012 ‘ ye dikmesin .Daha önce de paylaşmıştım , her insanın kişisel takvimleri olmalı herkesin yeni yılı ve miladı farklı olmalı diye…Neyse efendim 1 Kasım 2011 itibariyle iki kuzenimle birlikte 1 yılda 80 kitap okuma hedefiyle yola çıktık .
Bu hedefin kimi insanlar için şaşırtıcı olabileceğini biliyorum . İnsanların popüler sloganının “Kasım’da Aşk Başkadır” olduğu şu günlerde böylesi projeler üretiyor olmak konusunu daha önce genlerle açıklamıştım. Ailemizin kafasının ve kalbinin çalışma şeklinde farklılıklar olduğunu hep seziyordum ama  bu fikirle ilgili çevremizden aldığımız tepkilerle gen havuzumuzda ki farklılık artık bir farkındalık oldu.Bu projeyi bizden başka hiç kimse sevmedi .
Ama bizim kitaplarla aramızda ki aşk meselesi öyle bir günlük iki günlük mevzu değil . Her yıl kitap fuarını iple çeken,sürekli internetten kitap satın alan , evinde bir kütüphanesi olması için çaba harcayan , kitapları nazenin bir çiçek gibi koklayarak okuyan gençleriz biz . Hayatta en sevdiğim kokulardan biridir kağıt kokusu . Ve sanırım evde zevkle yaptığım tek temizliktir kütüphane temizliği…
İşte dostlar böylesi bir aşkla önce 100 kitap olarak koyduğumuz hedefi , sıkı pazarlıklar sonucu 80 kitap olarak kararlaştırdık ve 1 Kasım’da başladık . “Çok okuyan mı bilir , çok gezen mi ? “ tartışmalarına gerek yok.Herkes gezerken okuyabilir ; uçakta , otobüste , Gülhane parkında…
Bu projenin somut olarak parçası olmak isteyebilir ya da sadece gönülden destek olabilirsiniz. Blog ve twitter dan bizi takip edin.Okuduğumuz kitapları ve kitaplarla ilgili kısa yorumları burada bulacaksınız.Ayrıca  hedeften saparsak lütfen uyarın…

1 Yılda 80 Kitap okunur mu?Nerden çıktı şimdi bu?

Tamamen birşeyler yapma isteği ve kütüphanedeki kitapları eritme ihtiyacından doğdu.Ve benim kardeşim ve ablamı kandırmam ile devam etti.
80 kitap neymiş ,80 de okunur 100 de.

Bir gaz ile başladık amma,bakalım. :)

Kitap Fuarı geldi dayandı kapıya..

Senenin en sevdiğim etkinliği...
Liste oluşturulmaya başlandı.Bayramda düzenlenecek.Bu sene tavsiye üzerinden gidiyorum.Uzun zamandır kendi kütüphanemden kavrulup,yayın falan takip etmediğimden bu yola başvurdum.Mantıklı hem kitap okuyan insanlar ve kitap zevkleri hakkında fikir sahibi oldum.Beni aktif ve ilgili arkadaş pozisyonuna getirdi."Aa onu kesin okuman lazım .Bende var veririm okursun "gibi bayıldığım cümleler kulaklarımda...Mest halde ben.
Her sene öğrencilik hayatım boyunca tüm sene boyunca harçlıklardan biriktirdiğim parayla gidip(çoğunlukla birden fazla kez)deli gibi kitap alıp,ayraç toplayıp,kendimi atmosfere bırakıp akşam el kol dolu hafif sarhoş mutluluktan fakat fazlasıyla tatmin olmuş eve dönmek...
Bu sene çalıştığım için daha fazla daha fazla alacağım.Saçacağım.Al al ulen! :D
Fuara gelen insan kalabalığının sadece kitap aşkıyla geldiğini,ülkemdeki insanların(hiç değilse bir kısmının)okuduğunu görmek sevindirici.Bak bahsi bile kaybettiriyor kendimi yazıp durdum gene.Neyse bitti.