‘Kendine Ait Bir Oda’ beş-altı yıl sonra 90 yaşında olacak. Virginia Woolf bu eserinin çekirdeğini, 1928 yılında Cambridge Üniversitesi’nde bir konuşma olarak var etmiş. ‘Kendine Ait Bir Oda’ yayımlandığı günden beri ilgi devşirmeye devam ediyor.
‘Kendine Ait Bir Oda’yı bu kez İlknur Özdemir çevirmiş dilimize; Türkçe açısından kusursuz bir çeviri, hayranlık duyarak okuyorum.
Öyle anlaşılıyor ki, Kırmızı Kedi Yayınevi Virginia Woolf külliyatına yol almakta. İlknur Özdemir, ‘Mrs Dalloway’i de Kırmızı Kedi için çevirmişti. Biraz ürkmüştüm. Çünkü bu eşsiz romanı Tomris Uyar’ın çevirisinden okumuştum. Sonra, Özdemir’in çevirisini okumaya başlayınca, daha ilk cümlede önemli bir ayrım çıktı karşıma. Bütün romanın anlatımını değiştirebilecek bir ayrım. Bence tartışılmaya değer.
‘Kendine Ait Bir Oda’yı yıllar önce başka bir çeviriden okumuş, pek tadına varamamış, bulanık sularda gezinmiştim. Şimdiyse eser pırıl pırıl görünüyor, dupduru, alabildiğine açık seçik. Bir kez daha ‘çevirinin önemi’ karşımıza çıkıyor.
Ama bambaşka bir sorun da karşıma çıktı. Kadının edebiyatla, yazıyla çiziyle özgürce uğraşmasını dileyen Virginia Woolf, bir ara şöyle diyor:
“Sizlere ancak önemsiz sayılacak bir hususta fikir verebilirdim – bir kadın eğer kurmaca yazacaksa, parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.”
1928’e varan süreçte, kadın kurmaca yazarlarının çileli yaşamlarını, sarp yollarını söylüyor bir bakıma. Bense yakın dönem edebiyatımızın, Türk edebiyatının çilekeşlerini düşündüm. Kadınların yanı sıra erkekler. Hatta erkek yazarlar sayıca daha kalabalık. Üstelik yıllar 1928 falan değil, 70’lere, 80’lere uzanıyor. Bugüne uzanıyor.
‘Handan’ 1912 tarihlidir. O çağda bir kadın yazarın kaleminden çıktığına inanılamayacak kadar cesur bir roman. Ufak tefek skandallar kopmuş ama, Halide Edib Hanım yolunda yürüyüp gitmiş. Pek parası yokmuş, ne var ki kendine ait bir odası olduğunu anılarından, ‘Mor Salkımlı Ev’den öğreniyoruz.
Çeyrek yüzyıl sonra Kemal Tahir, Orhan Kemal , A. Kadir, adsız sansız ötekiler, hiçbirinin parası yok, kendilerine ait odaları yok, cezaevindeler.
Tanıdığım şairler, hikâyeciler, bir ikisi dışında romancılar bir ömür boyu edebiyatla geçim sağlayamadılar. Behçet Necatigil öğretmendi. Edip Cansever babadan kalma antikacılığı sürdürüyordu. Vedat Günyol, Rauf Mutluay öğretmenim oldular. Kemal Tair ‘Devlet Ana’ya kadar takma adla romanları, hatta Mayk Hammer’ler yazdı. Dağlarca’nın kitabevi vardı. Oktay Rifat Devlet Demiryolları’nda avukattı. Örnekleri istediğinizce çoğaltabilirim. Demek, coğrafyadan coğrafyaya, kültürden kültüre koşullar adamakıllı değişiyor.
Virginia Woolf yazmak dediğimiz edimin ıcığını cıcığını deşiyor. Başarıya giden yolda, yazarın, hiç değilse geçinecek kadar para kazanmasını zorunlu görüyor. Sonra tabii kendine ait bir oda. Brontë Kardeşler’in serüvenini deşerken bu soydan kaygıları büsbütün gözler önüne seriliyor:
“(...) hem de bu kadınlar, o saygıdeğer evde bütün ailenin oturduğu odada, ‘Uğultulu Tepeler’ ya da ‘Jane Eyre’i yazmak için her seferinde birkaç tabakadan fazla kâğıt alamayacak kadar yoksuldular.”
77. sayfadan alıntı. Bu kez de yazmak nasıl engelleneez bir dürtüdür diye düşündüm, durdurulamaz, frenlenemez.
Emily Brontë ‘Uğultulu Tepeler’in ne kadar çok sevildiğini hiçbir zaman göremedi. Belki bu sevgiyi düşlemedi bile. Ama yazdı.
Virginia Woolf’a gelince, çıldırıya varan bunalımlara rağmen yazdı. Daha güvençli, özgüvenli olduğu halde, yazdıklarından hep endişe duydu. Yirminci yüzyılın en büyük romancılarından biri bugün. Büyüklüğün pahasını canına kıyışla ödedi.
İlknur Özdemir’in çevirisinden ‘Kendine Ait Bir Oda’yı mutlaka okuyun. ‘Gerçek’ yazarlığın hangi sancılardan geçtiğine tanık olacaksınız.
Selim İleri
Radikal Kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder