Julie Otsuka, Guardian ’ın çok haklı
sebeplerden ötürü “kitabın elmas hali” olarak nitelediği ‘Tavan Arasındaki
Buda’da, 1900’lerin başlarında Japonya’dan Amerika’ya göç eden, Amerika
’da yaşayan müstakbel kocalarıyla profesyonel bir kurum tarafından fotoğraflar
ve mektuplar vasıtasıyla eşlenmiş, bir grup genç kadının çarpıcı hikâyesini
anlatıyor. Bu çilekeş ama kanaatkâr kadınların karaya ayak basar basmaz,
ellerinde tuttukları fotoğraflardaki yakışıklı kocalarına hiç benzemeyen yün
bereli, hırpani, siyah paltolu erkek kalabalığıyla karşılaşmalarıyla başlayan,
hayallerindekiyle yakından uzaktan alakası olmayan iç burkucu Amerika
maceralarına tanıklık ediyor. Çiftçi kocaları tarafından köle gibi
çalıştırılacak, bu uğurda gençlikleri ve güzellikleri vaktinden önce heba
olacak, Japonya
’dan kayıtsız işçi olarak ithal edilen kadınlar bunlar… Yoksullar; duvarlarına
pasta fotoğrafları kesip asan, beyazlatılmış pirinç çuvallarından perdeler
diken, ters çevirdikleri domates sandıklarından Budist dua köşeleri yapan,
hasat mevsimi bitince kasabaya gidip kendilerine hediye olarak bir şişe
Coca-Cola alan, dilini bilmedikleri bir ülkede “kova”, “paspas”, “süpürge”nin
İngilizcesini gayet iyi bilen kadınlar… Buna rağmen şikayet etmeyen, direnmeyen,
geride bıraktıkları annelerine “her şey yolunda”, “tarlalarda çalışmayı
bıraktık ve kasabada güzel bir eve taşındık”, “artık iç çamaşırı giyiyorum”,
“piyano dersleri alıyorum”, “bir yarışmada limonlu mereng tartımla birinci
oldum” diyen hüzünlü mektuplar yazan…
Otsuka’nın minimalistik dili
Kitap bir neslin kayıp sesini duyuruyor. Baştan sonra birinci tekil şahsın ağzından, “biz”li cümlelerle kaleme alınmış. Bir kadın korosu sesleniyor sanki tarihin içinden. Her bir kadının tek tek hüznünü ıskalamayan cümleleriyle kolektif bir can acısını resmediyor. Tek ortak noktası Japonya ’dan kalkan bir gemiyle Amerika’ya gelmek olan ve karaya ayak basınca hayatın başka patikalarına sapıp muhtemelen yolları bir daha kesişmeyen kadınların ortak dilini yansıtıyor. Kitap bu özelliğiyle zamanın ve mekanın ötesine geçerek, kurgusal anlamda teknik olarak başarılması epey zor bir şeyin hakkından geliyor ve bunu yaparken –her nasılsa- şiirli dilinden hiçbir şey yitirmiyor. Otsuka’nın minimalistik dili ve bir öykücü olarak maharetleri karşısında diyecek çok fazla söz yok. Hiçbir karakterin diğerinin önüne geçmediği, yine de kalabalığın kolektif tecrübesi içinde adı geçen her bir karakterin biricik hikâyesine ihanet edilmediği bir kitap ‘Tavan Arasındaki Buda’.
Otsuka’nın minimalistik dili
Kitap bir neslin kayıp sesini duyuruyor. Baştan sonra birinci tekil şahsın ağzından, “biz”li cümlelerle kaleme alınmış. Bir kadın korosu sesleniyor sanki tarihin içinden. Her bir kadının tek tek hüznünü ıskalamayan cümleleriyle kolektif bir can acısını resmediyor. Tek ortak noktası Japonya ’dan kalkan bir gemiyle Amerika’ya gelmek olan ve karaya ayak basınca hayatın başka patikalarına sapıp muhtemelen yolları bir daha kesişmeyen kadınların ortak dilini yansıtıyor. Kitap bu özelliğiyle zamanın ve mekanın ötesine geçerek, kurgusal anlamda teknik olarak başarılması epey zor bir şeyin hakkından geliyor ve bunu yaparken –her nasılsa- şiirli dilinden hiçbir şey yitirmiyor. Otsuka’nın minimalistik dili ve bir öykücü olarak maharetleri karşısında diyecek çok fazla söz yok. Hiçbir karakterin diğerinin önüne geçmediği, yine de kalabalığın kolektif tecrübesi içinde adı geçen her bir karakterin biricik hikâyesine ihanet edilmediği bir kitap ‘Tavan Arasındaki Buda’.
Kitabın konusu kendi ülkesinden kopup diline ve kültürüne ziyadesiyle yabancı olduğu bir ülkeye göç eden kadınlar olduğundan, Otsuka’nın aktardığı öykünün en baskın duygularından birinin dışlanmışlık olması şaşırtıcı değil. Yine kolektif bir ağızdan dökülen “Çoğu bizi fark etmedi bile”, “Bizi komşu olarak istemediler”, “Berberleri saçımızı kesmeyi reddetti”, “Kadınlar tramvayda onlara çok yakın durduğumuzu söyledi”, “Çocukları bize taş attı”, “Garsonlar daima en son bize servis yaptı” gibi cümleler kitapta sıklıkla karşımıza çıkıyor ve göçmen kadınların yabancılık duygusunu güçlü bir şekilde ifade ediyor.
Hikâyenin sonu bir başka kalp kırıklığı. Savaşın patlak vermesiyle Japonların yeni memleketlerinde ‘düşman’ bellenmeleri, casus olduklarından şüphelenilmeleri ve bu yüzden devlet tarafından toplumdan ayıklanmalarıyla, bir kez daha evlerinden ayrılmak zoruna kalıyor göçmen kadınlar. Bir kez daha yola çıkıyorlar. Bu sefer kocalarıyla, çocuklarıyla birlikte… Bazıları ağlayarak, bazıları histerik kahkahalar atarak. Bazıları üstünde en güzel giysileriyle, bazıları elinde ne kaldıysa onu giyerek. Bazıları vazolar dolusu taze orkideyi mutfak masasının üzerine yerleştirerek, bazısı evlerini darmadağın bırakarak. Yola çıkanlardan biri, Haruko, Amerika ’daki evine veda ederken, tavan arasının bir köşesine pirinçten minicik, gülen bir Buda bırakıyor ve -söylenen o ki- o Buda bugün bile gülmeye devam ediyor.
Melisa Kesmez
Radikal Kitap
Tavan Arasındakİ Buda
Julie Otsuka
Çeviren: Duygu Akın
Domingo Yayınevi
168 sayfa, 18 TL
Julie Otsuka
Çeviren: Duygu Akın
Domingo Yayınevi
168 sayfa, 18 TL
Yazıyı spoiler olmasın diye biraz korkarak ve atlayarak okudum çünkü mutlaka bu kitabı okuyacağım. Evvelsi gün kitapçıda görüp müthiş bir okuma isteğine kapıldım. Yalnız sırf ciltli diye 160 sayfalık bir kitabın bu fiyata satılmasını garipsemedim değil.
YanıtlaSil